08 Nisan 2013
SİLİVRİ
Günlerdir Aydınlık ve Ulusal
kanal çağrı yapıyordu, “Silivri’ye gelin” diye. Malum olduğu üzere işgalcilerin
işbirlikçisi polis, savcı ve yargıçlarca, onların kendilerine özgü hukukları kullanılarak esir
edilen general, amiral, akademisyen, gazeteci ve diğer birçok aydın için esaret
süreleri belirlenecekti o mahkemelerde. Halkın tepkisi gösterilmeliydi,
bilmeleri gerekiyordu bazı şeylerin halka rağmen yapılamayacağını. Bizde “Silivri’ye
çağrı” bildirileri dağıttık, halka gelin diye. İlgi oldukça çoktu ama… Gitmek
için para, zaman ve cesaret gerekiyordu. Bazısının parası yoktu. Nede olsa oraya
bir gidip gelmek aylık asgari ücretinin yedide biri kadardı. Yani hemen hemen
evinin, çoluk ve cocuğunun 4 günlük ihtiyacı olan para. Veremediler! Bazısının
kapatması, bazısının izin alması gereken ekmek kapısıydı 2 günlük süre. Kapatamadılar,
izin alamadılar. Bazısının da cesareti yoktu. Ne de olsa sahip olduğu tek iş
yeriydi o küçücük dükkan. Belki güce tapan bazı müşterileri gelmekten vazgeçer
veya o iş yerini adamdan sayan maliyeciler tarafından kapanırdı o ekmek
kapısı.
Tüm bunlara rağmen sadece
Bodrum’dan iki otobüs kaldırdık Silivri’ye, Nisan’ın yedisi Pazar günü. Birisi
Turgutreis’den, diğeri Bodrum’dan. Yolda Gürece’den, Torba’dan,
Güvercinlik’ten, Mumcular’dan ve en son Milas’tan bir çok katılımcıyı da alarak
Silivri yoluna koyulduk. Yolda Muğla’dan gelen araçlar ile birleşerek, denk
düşerse İzmir konvoyu ile de birleşerek Silivri’ye gideceğiz.
Daha yolun başında, daha o sabah servisten yeni çıkan
ve benim de içinde bulunduğum otobüsün bir arızası oluştu. Bu neden ile arasıra
kopan ara, diğer aracımızın biraz sayısını ve süresini artırdığı molalar ile
kapatıldı. Ancak diğer hesap yani Muğla ve mümkün olursa İzmir konvoyu ile
birleşerek Silivri’ye gitme hesabı ise tutmadı. Biz de Bodrum’lular olarak
onlardan ayrı olarak Silivri’ye gittik.
Yola olası aksilikler
düşünülerek erken çıkılmıştı. Arıza da bunlardan birisiydi. Ama yine Silivri’ye
sabahın erken saatinde vardık. Burada ayrı düşen araçlarımız kahvaltılarını
ayrı ayrı yaptı. Bizim otobüsümüzün yolu Silivri’nin meşhur bir işkembecisine
düştü. Polisin hardal gazı varsa bizimde sarımsak gazımız var diyerek dayandık
bol sarımsak sirkeli işkembe çorbasına!
Erkenden gitmemize rağmen
tutukevinin yolu otobüs ve diğer araçlar ile şimdiden dolmuştu. Güneydoğu
gazisi emekli yüzbaşı olan kaptanımız Zühtü, bizi en yakın yerde indirerek,
otobüsünü koyabileceği uygun bir yer bulmak için ilerilere doğru gitti.
Hava kapalı ve hafif yağmurlu ve
soğuk. Cezaevi yolu sağlı sollu Atatürk işlemeli, bere, atkı, bayrak satıcıları
ile dolu. Bayrağı olmayan 5 liraya bir bayrak alıyor. Islak yol bu bayraklar
ile kırmızıya boyanmış gibi. Bizde ara kontrol noktasından geçerek akan bu insan selinin içerisine karıştık.
Mahkemenin ve lojmanların
bulunduğu alan genişçe bariyerlerle kapatılmıştı. Halkın giriş yapacağı
düşünülen yer ara perdeler ile iki sıra bariyerlenmişti. Bariyerler de
birbirine çelik parçalar ile kaynatılmıştı. Bazı yerlerde bu bariyer sayısı
daha da artırılmıştı. Ayrıca birçok yerde normal duvar üstü tel çitlerde
bulunmaktaydı. Varış noktasında oraya çok önceden gelen TGB’ye ait bir otobüs
durmaktaydı. Sonradan buraya CHP’ye ait bir otobüs de geldi.
Halkın toplanabileceği alan
küçük olduğundan çok çabuk doldu ve halk akan sel gibi kendine daha içerilere
giriş noktaları aramaya başladı. İlk açılan tek kat ve kaynaksız yapılan dış
bariyerin bir kenar ucu oldu. Buradan içeri sızanlar doğrudan ana barikatlara
ulaştı ve ilk katı hemen sarsmaya başladılar. Daha saat çok erkendi. Öncü
gençler daha hazır değildi. Yapılacak konuşmalar vardı. Mahkeme daha
başlamamıştı. Halk halen akın akın aşağılardan geliyordu. Bu arada heyecanlı
ilk gurup kaynaklı çelik barikatların ilk katını kırarak yere indirdi. Barikatın
diğer tarafında hemen jandarma güçleri pozisyonlarını aldılar. Gaz maskelerini
taktılar. Tazikli su sıkan araçları geldi. En önemlisi daha çok erken
olduğundan TGB’li gençler koşturarak geldiler. Araya girdiler, sızıntı olan
yeri kapattılar, barikatları sarsanları yatıştırdılar ve bir kısmını dışarı
çıkarttılar. Hatta barikatın önüne kendileri ikinci bir barikat oluşturarak
heyecanlı halkın önüne geçtiler.
Bu arada TGB aracının üzerinde
başkanları Çağdaş CENGİZ, çalınan 10. yıl marşı, okunan Nazım HİKMET şiirleri
va diğer konuşmaları ile bir yandan halkı motive etmeye çalışırken bir yandan
da aşırılıkları yatıştırmaya çalışıyordu. Daha sonra İşçi Partisi Genel Başkan
vekili Hasan Basri ÖZBEY’de mikrofonu alarak bir konuşma yaptı ve adil olmayan
mahkemelerden bahsetti.
Otobüslerin bulunduğu alan dolmuş,
halk sırtını bariyer ve duvarlara yaslamış, yolun aşağısındaki ekili tarlanın
içine doğru inmeye başlamıştı. Tarlanın sağ tarafında meşhur silivri çadırları
sıralanıyordu. Organizasyonda öncü olan TGB olayların kontroldan çıkmaması için
olağan üstü bir gayret sarfediyordu. Heyecanlı halkı zaptetmenin oldukça güç
olduğu her halinden belliydi. Ancak halk kendini engelleyen çevre duvarların
üzerindeki çelik çitleri yıkarak duvarların üzerinden aştılar ve TGB’nin
kontrolundaki ilk katı yıkılmış bariyer önündeki alanı doldurmaya başladılar.
Çağdaş oradaki yığılmanın kontrolsuz hareketlenmelere sebep olabileceğini
düşünerek halkı yıkılan bariyerleri uzandığı, daha aşağıdaki geniş alana
yönlendirdi. Bu arada HKP’ne üye gençler halkın arasında kalan bir kontrol binasının
üzerine çıkıp poster ve bayraklarını diktiler.
Artık halk iyice sabırsızlanmaya
başlamıştı. Ne yapılacaksa yapılmalıydı. Bu arada mahkeme için çift kat
bariyerlerin arkasından polis ve jandarmanın arasından arabalar geçmekte,
mahkemeye avukatları, milletvekillerini ve görevlileri taşımaktaydı. TGB
beklemekte, halk sabırsızlanmaktaydı. Halkın yönlendirildiği aşağı noktadaki
duvarlar üzerine çıkanlar tel çitleri sökmüş, bariyerlerin ilk sırasını
sarsmaya başlamışlardı. Jandarmanın başındaki komutan bariyerlere gelerek
halkla konuşuyor onları yatıştırmaya çalışıyordu. Burada ki genel görünüm
jandarmanın halkla karşı karşıya gelmek istemeyişi şeklindeydi.
Ancak bariyerler iyice
sarsılmaya başlayınca jandarma tazikli su aracını getirerek bariyerleri
zorlamaya başlayan halkın üzerine su sıkmaya başladı. Suyun içerisine katılan
hardal gazı suyun kuvvetle yapamadığını gözleri yakarak yapıyordu. Bu arada ilk
katı yıkılan orta alanda bir hareketlenme oldu ve oradan jandarma kontrol
alanına ilk giriş sağlandı.
Arkasından daha yukarılarda lojmanlar
önünden ikinci barikat yarılması gerçekleşti. Orta gedikten akan halk özellikle
öndeki TGB’li gençler jandarma ile göğüs gögüse geldiler. Su aracının onlara
engel olmasını istemeyen aşağı bölümdeki bir kısım genç su aracına yerden söktükleri
parke taşlarını atmaya başladılar. İkinci tazikli su aracıda gelerek diğeri ile
yan yana durdu. İlk gedikten aşan gençler jandarmayı gögüs göğüse aşağıya doğru
sürüklerken aşağıdaki barikatlarda indirildi ve jandarma kendi su araçları ile
gençlerin arasında buldu.
Gerçekte pasif savunma yapan
jandarmanın durumu yatıştıramayacağı anlaşılınca çevik kuvvet çağrıldı.
Özellikle gaz bombalarına sahip Robokoplar alana girer girmez arka arkaya
bombalarını patlatmaya başladılar. Halkın arkasından esen rüzgarı hesaplayarak
onların arkasına attıkları bombaların gazları doğrudan halkın üzerine
geliyordu. Yoğun gaz bulutuna karşı gençler bir nebze olsun gazdan daha az
etkilenmek için yerlere çömeldiler. Bir yandan da gazın etkisini azaltmak için ceplerinde
sakladıkları limonları çıkararak gözlerini limon suyu ile silmeye başladılar. Çağdaş,
bu arada gaz bombalarının üzerine basılmasını arka arkaya bağırıyor. Megerse gaz
bombası, üzerine basılması ile sönüyormuş. Ama ne fayda. İnsanlar yoğun gazdan
dolayı değil önlerini görmek, nefes dahi alamıyor.
İnsanlar can havli ile
kendilerini uzaklara, tarlaya atmaya çalıştılar. Ama ne fayda. TGB aracının
üzerinden Çağdaş kendini yırtıyor. “polis provakasyon yapma” diye. Sanki
polisin karşısında onlar düşmandı da polis vatanını koruyordu. Polisin bu
davranışına karşı her an canı çok yanan birisi yaralanma, hatta ölümle
sonuçlanabilecek ve çok olayları çok büyütebilecek bir tepki gösterebilirdi.
Buna rağmen polis çatışma
alanını terkederek tarlaya kaçan halkın arkasından da gaz bombalarını atmaya
devam etti. Nöbet çadırları bir anda hastaneye döndü. Gazdan etkilenerek kaçan
insanlar belki oraya atılmaz diye kusa kusa gözleri görmeden can havliyle kendilerini
çadırlara zor atmıştı. Ama polis çatışma alanının çok uzağında bulunan bu çadırlara
dahi gaz bombası atmayı ihmal etmedi.
Neden sonra jandarma gaz maskesi
olmasına rağmen bu bombalardan etkilendiğini söyledi de bu bombalama kesildi.
Rüzgarın etkisi ile duman ortadan kalktığında görülen alanın hali içler
acısıydı. Çelik barikatlar parçalanmış, yıkılmış, limonlar, bayrak ve flamalar
yerlerde çamur içerisinde. Hala sağda solda yere çömelmiş böğürenler, kusanlar,
ağız ve burunlarını yıkayanlar, silenler.
Ortalığın yatışmasının
arkasından TGB aracının üzerine ADD başkanı Tansel Çölaşan çıkarak bir konuşma
yaptı. Bu konuşmayı başka konuşmalar, şiirler ve marşlar takip ederken sabah
celsesinden çıkan avukatların başına basın muhabirleri yığıldılar. Ancak
bizlere pek bir bilgi gelmedi salonda neler olduğuna dair. Ancak başka
kanallardan sızan haberlerden sabah bazı kişilerin mahkeme salonundan
çıkartıldığı mahkemeye öğleden sonra devam edileceği haberleri geldi.
Bu arada köfteciler, simitçiler
vs diğer satıcılarda ana yola yakın yerlerinden koparak gelmeye başladılar.
Halkın bu mücadeleden sonra acıkmış olacağını tahmin etmişler ki hızlı hızlı
seyyar arabalarını yokuş yukarı itekleyerek yol üzerinde mevkilerini aldılar.
Gazı yiyen, jandarma su
aracından ıslanan, soğukta üşüyen halkın bir kısmı bu seyyar satıcıların
vicdanına sığınarak ne etinden yapıldığı bilinmeyen köftelere yumuldu. Bir
kısmı simit ile yetindi. Bazıları otobüslerine dönmeye başladı, bir kısmı da
içeriden bir haber gelirmi diye, TGB aracındaki konuşmaları dinleyerek bekledi.
E-5 yolu sağlı sollu çift sıra
kilometrelerce bekleyen araçlar ile dolu. Kim saydıysa bilmiyorum ama 1000
otobüs varmış. 40’ar kişiden 40000 kişi, diğer araçlar ile gelenlerle birlikte
en az 50000 kişi varmış alanda.
Yola inen aracını arıyor
kilometrelerce yürüyerek. Aracını bulan şanslılar önce ıslak elbiselerini
değiştiriyorlar, akıl edip getirdilerse. Sonra sıcak bir içecek peşine düşüyorlar.
Karın doyurmak en sonra. Birileri mutlaka gelirken simit getirirler zaten.
Kötü nedene dayanan bir fire
vermeden otobüs yolcularımız tamamlandı. Hazırlıklarımız da bittiğinde yola
koyulduk. Savaş kahramanları yorulmuş. Her biri koltuğunda sızdı kaldı.
Yolculuk genelde kendimizi kaptan pilotumuza, pardon şöförümüze teslim etmiş
vaziyette uyuklayarak geçti. Pilot diyorum çünkü diğer araç bir türlü bize
yetişemiyor. En sonunda diğer araçtaki arkadaşımız Kadri bey “o araçta eşim ve
kızım var, biraz yavaş gidin” diye telefonla kaygısını bize iletti. Evet Zühtü
kaptan biraz hızlı gidiyordu ama biz tedirgin olmamıştık. Geliba esas Kadri bey
kendisi için kaygılanmıştı, bize yetişmeye çalışan kendi kaptanlarının bir kaza
yapmasından korkuyordu.
Sabah erken saatte Bodrum’a indiğimizde benliğimi saran şey 10 saati savaş meydanında, 30 saati otobüste geçen
mücadelenin kayıpları değil, tüm bu mücadelelerimizle devletimizi yıkmaya
çalışanlara “burada onlara dur diyecek bir milletin var olduğunu”
hissettirebilmiş olmak ve halen gaflet uykusunda olan diğer insanımızın biraz uyandırabilmek
ümidiydi.
Coşkun YALÇINALP
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder