9 Nisan 2013 Salı

SİLİVRİ MAHKEMELERİNİ PROTESTO MİTİNGİ


08 Nisan 2013
SİLİVRİ

Günlerdir Aydınlık ve Ulusal kanal çağrı yapıyordu, “Silivri’ye gelin” diye. Malum olduğu üzere işgalcilerin işbirlikçisi polis, savcı ve yargıçlarca, onların kendilerine özgü hukukları kullanılarak esir edilen general, amiral, akademisyen, gazeteci ve diğer birçok aydın için esaret süreleri belirlenecekti o mahkemelerde. Halkın tepkisi gösterilmeliydi, bilmeleri gerekiyordu bazı şeylerin halka rağmen yapılamayacağını. Bizde “Silivri’ye çağrı” bildirileri dağıttık, halka gelin diye. İlgi oldukça çoktu ama… Gitmek için para, zaman ve cesaret gerekiyordu. Bazısının parası yoktu. Nede olsa oraya bir gidip gelmek aylık asgari ücretinin yedide biri kadardı. Yani hemen hemen evinin, çoluk ve cocuğunun 4 günlük ihtiyacı olan para. Veremediler! Bazısının kapatması, bazısının izin alması gereken ekmek kapısıydı 2 günlük süre. Kapatamadılar, izin alamadılar. Bazısının da cesareti yoktu. Ne de olsa sahip olduğu tek iş yeriydi o küçücük dükkan. Belki güce tapan bazı müşterileri gelmekten vazgeçer veya o iş yerini adamdan sayan maliyeciler tarafından kapanırdı o ekmek kapısı.

Tüm bunlara rağmen sadece Bodrum’dan iki otobüs kaldırdık Silivri’ye, Nisan’ın yedisi Pazar günü. Birisi Turgutreis’den, diğeri Bodrum’dan. Yolda Gürece’den, Torba’dan, Güvercinlik’ten, Mumcular’dan ve en son Milas’tan bir çok katılımcıyı da alarak Silivri yoluna koyulduk. Yolda Muğla’dan gelen araçlar ile birleşerek, denk düşerse İzmir konvoyu ile de birleşerek Silivri’ye gideceğiz.


Daha  yolun başında, daha o sabah servisten yeni çıkan ve benim de içinde bulunduğum otobüsün bir arızası oluştu. Bu neden ile arasıra kopan ara, diğer aracımızın biraz sayısını ve süresini artırdığı molalar ile kapatıldı. Ancak diğer hesap yani Muğla ve mümkün olursa İzmir konvoyu ile birleşerek Silivri’ye gitme hesabı ise tutmadı. Biz de Bodrum’lular olarak onlardan ayrı olarak Silivri’ye gittik.

Yola olası aksilikler düşünülerek erken çıkılmıştı. Arıza da bunlardan birisiydi. Ama yine Silivri’ye sabahın erken saatinde vardık. Burada ayrı düşen araçlarımız kahvaltılarını ayrı ayrı yaptı. Bizim otobüsümüzün yolu Silivri’nin meşhur bir işkembecisine düştü. Polisin hardal gazı varsa bizimde sarımsak gazımız var diyerek dayandık bol sarımsak sirkeli işkembe çorbasına!


Erkenden gitmemize rağmen tutukevinin yolu otobüs ve diğer araçlar ile şimdiden dolmuştu. Güneydoğu gazisi emekli yüzbaşı olan kaptanımız Zühtü, bizi en yakın yerde indirerek, otobüsünü koyabileceği uygun bir yer bulmak için ilerilere doğru gitti.


Hava kapalı ve hafif yağmurlu ve soğuk. Cezaevi yolu sağlı sollu Atatürk işlemeli, bere, atkı, bayrak satıcıları ile dolu. Bayrağı olmayan 5 liraya bir bayrak alıyor. Islak yol bu bayraklar ile kırmızıya boyanmış gibi. Bizde ara kontrol noktasından geçerek akan bu insan selinin içerisine karıştık.


Mahkemenin ve lojmanların bulunduğu alan genişçe bariyerlerle kapatılmıştı. Halkın giriş yapacağı düşünülen yer ara perdeler ile iki sıra bariyerlenmişti. Bariyerler de birbirine çelik parçalar ile kaynatılmıştı. Bazı yerlerde bu bariyer sayısı daha da artırılmıştı. Ayrıca birçok yerde normal duvar üstü tel çitlerde bulunmaktaydı. Varış noktasında oraya çok önceden gelen TGB’ye ait bir otobüs durmaktaydı. Sonradan buraya CHP’ye ait bir otobüs de geldi.


Halkın toplanabileceği alan küçük olduğundan çok çabuk doldu ve halk akan sel gibi kendine daha içerilere giriş noktaları aramaya başladı. İlk açılan tek kat ve kaynaksız yapılan dış bariyerin bir kenar ucu oldu. Buradan içeri sızanlar doğrudan ana barikatlara ulaştı ve ilk katı hemen sarsmaya başladılar. Daha saat çok erkendi. Öncü gençler daha hazır değildi. Yapılacak konuşmalar vardı. Mahkeme daha başlamamıştı. Halk halen akın akın aşağılardan geliyordu. Bu arada heyecanlı ilk gurup kaynaklı çelik barikatların ilk katını kırarak yere indirdi. Barikatın diğer tarafında hemen jandarma güçleri pozisyonlarını aldılar. Gaz maskelerini taktılar. Tazikli su sıkan araçları geldi. En önemlisi daha çok erken olduğundan TGB’li gençler koşturarak geldiler. Araya girdiler, sızıntı olan yeri kapattılar, barikatları sarsanları yatıştırdılar ve bir kısmını dışarı çıkarttılar. Hatta barikatın önüne kendileri ikinci bir barikat oluşturarak heyecanlı halkın önüne geçtiler.


Bu arada TGB aracının üzerinde başkanları Çağdaş CENGİZ, çalınan 10. yıl marşı, okunan Nazım HİKMET şiirleri va diğer konuşmaları ile bir yandan halkı motive etmeye çalışırken bir yandan da aşırılıkları yatıştırmaya çalışıyordu. Daha sonra İşçi Partisi Genel Başkan vekili Hasan Basri ÖZBEY’de mikrofonu alarak bir konuşma yaptı ve adil olmayan mahkemelerden bahsetti.


Otobüslerin bulunduğu alan dolmuş, halk sırtını bariyer ve duvarlara yaslamış, yolun aşağısındaki ekili tarlanın içine doğru inmeye başlamıştı. Tarlanın sağ tarafında meşhur silivri çadırları sıralanıyordu. Organizasyonda öncü olan TGB olayların kontroldan çıkmaması için olağan üstü bir gayret sarfediyordu. Heyecanlı halkı zaptetmenin oldukça güç olduğu her halinden belliydi. Ancak halk kendini engelleyen çevre duvarların üzerindeki çelik çitleri yıkarak duvarların üzerinden aştılar ve TGB’nin kontrolundaki ilk katı yıkılmış bariyer önündeki alanı doldurmaya başladılar. Çağdaş oradaki yığılmanın kontrolsuz hareketlenmelere sebep olabileceğini düşünerek halkı yıkılan bariyerleri uzandığı, daha aşağıdaki geniş alana yönlendirdi. Bu arada HKP’ne üye gençler halkın arasında kalan bir kontrol binasının üzerine çıkıp poster ve bayraklarını diktiler.


Artık halk iyice sabırsızlanmaya başlamıştı. Ne yapılacaksa yapılmalıydı. Bu arada mahkeme için çift kat bariyerlerin arkasından polis ve jandarmanın arasından arabalar geçmekte, mahkemeye avukatları, milletvekillerini ve görevlileri taşımaktaydı. TGB beklemekte, halk sabırsızlanmaktaydı. Halkın yönlendirildiği aşağı noktadaki duvarlar üzerine çıkanlar tel çitleri sökmüş, bariyerlerin ilk sırasını sarsmaya başlamışlardı. Jandarmanın başındaki komutan bariyerlere gelerek halkla konuşuyor onları yatıştırmaya çalışıyordu. Burada ki genel görünüm jandarmanın halkla karşı karşıya gelmek istemeyişi şeklindeydi.


Ancak bariyerler iyice sarsılmaya başlayınca jandarma tazikli su aracını getirerek bariyerleri zorlamaya başlayan halkın üzerine su sıkmaya başladı. Suyun içerisine katılan hardal gazı suyun kuvvetle yapamadığını gözleri yakarak yapıyordu. Bu arada ilk katı yıkılan orta alanda bir hareketlenme oldu ve oradan jandarma kontrol alanına ilk giriş sağlandı.


Arkasından daha yukarılarda lojmanlar önünden ikinci barikat yarılması gerçekleşti. Orta gedikten akan halk özellikle öndeki TGB’li gençler jandarma ile göğüs gögüse geldiler. Su aracının onlara engel olmasını istemeyen aşağı bölümdeki bir kısım genç su aracına yerden söktükleri parke taşlarını atmaya başladılar. İkinci tazikli su aracıda gelerek diğeri ile yan yana durdu. İlk gedikten aşan gençler jandarmayı gögüs göğüse aşağıya doğru sürüklerken aşağıdaki barikatlarda indirildi ve jandarma kendi su araçları ile gençlerin arasında buldu.


Gerçekte pasif savunma yapan jandarmanın durumu yatıştıramayacağı anlaşılınca çevik kuvvet çağrıldı. Özellikle gaz bombalarına sahip Robokoplar alana girer girmez arka arkaya bombalarını patlatmaya başladılar. Halkın arkasından esen rüzgarı hesaplayarak onların arkasına attıkları bombaların gazları doğrudan halkın üzerine geliyordu. Yoğun gaz bulutuna karşı gençler bir nebze olsun gazdan daha az etkilenmek için yerlere çömeldiler. Bir yandan da gazın etkisini azaltmak için ceplerinde sakladıkları limonları çıkararak gözlerini limon suyu ile silmeye başladılar. Çağdaş, bu arada gaz bombalarının üzerine basılmasını arka arkaya bağırıyor. Megerse gaz bombası, üzerine basılması ile sönüyormuş. Ama ne fayda. İnsanlar yoğun gazdan dolayı değil önlerini görmek, nefes dahi alamıyor.


İnsanlar can havli ile kendilerini uzaklara, tarlaya atmaya çalıştılar. Ama ne fayda. TGB aracının üzerinden Çağdaş kendini yırtıyor. “polis provakasyon yapma” diye. Sanki polisin karşısında onlar düşmandı da polis vatanını koruyordu. Polisin bu davranışına karşı her an canı çok yanan birisi yaralanma, hatta ölümle sonuçlanabilecek ve çok olayları çok büyütebilecek bir tepki gösterebilirdi.


Buna rağmen polis çatışma alanını terkederek tarlaya kaçan halkın arkasından da gaz bombalarını atmaya devam etti. Nöbet çadırları bir anda hastaneye döndü. Gazdan etkilenerek kaçan insanlar belki oraya atılmaz diye kusa kusa gözleri görmeden can havliyle kendilerini çadırlara zor atmıştı. Ama polis çatışma alanının çok uzağında bulunan bu çadırlara dahi gaz bombası atmayı ihmal etmedi.

Neden sonra jandarma gaz maskesi olmasına rağmen bu bombalardan etkilendiğini söyledi de bu bombalama kesildi. Rüzgarın etkisi ile duman ortadan kalktığında görülen alanın hali içler acısıydı. Çelik barikatlar parçalanmış, yıkılmış, limonlar, bayrak ve flamalar yerlerde çamur içerisinde. Hala sağda solda yere çömelmiş böğürenler, kusanlar, ağız ve burunlarını yıkayanlar, silenler.


Ortalığın yatışmasının arkasından TGB aracının üzerine ADD başkanı Tansel Çölaşan çıkarak bir konuşma yaptı. Bu konuşmayı başka konuşmalar, şiirler ve marşlar takip ederken sabah celsesinden çıkan avukatların başına basın muhabirleri yığıldılar. Ancak bizlere pek bir bilgi gelmedi salonda neler olduğuna dair. Ancak başka kanallardan sızan haberlerden sabah bazı kişilerin mahkeme salonundan çıkartıldığı mahkemeye öğleden sonra devam edileceği haberleri geldi.

Bu arada köfteciler, simitçiler vs diğer satıcılarda ana yola yakın yerlerinden koparak gelmeye başladılar. Halkın bu mücadeleden sonra acıkmış olacağını tahmin etmişler ki hızlı hızlı seyyar arabalarını yokuş yukarı itekleyerek yol üzerinde mevkilerini aldılar.


Gazı yiyen, jandarma su aracından ıslanan, soğukta üşüyen halkın bir kısmı bu seyyar satıcıların vicdanına sığınarak ne etinden yapıldığı bilinmeyen köftelere yumuldu. Bir kısmı simit ile yetindi. Bazıları otobüslerine dönmeye başladı, bir kısmı da içeriden bir haber gelirmi diye, TGB aracındaki konuşmaları dinleyerek bekledi.


E-5 yolu sağlı sollu çift sıra kilometrelerce bekleyen araçlar ile dolu. Kim saydıysa bilmiyorum ama 1000 otobüs varmış. 40’ar kişiden 40000 kişi, diğer araçlar ile gelenlerle birlikte en az 50000 kişi varmış alanda.


Yola inen aracını arıyor kilometrelerce yürüyerek. Aracını bulan şanslılar önce ıslak elbiselerini değiştiriyorlar, akıl edip getirdilerse. Sonra sıcak bir içecek peşine düşüyorlar. Karın doyurmak en sonra. Birileri mutlaka gelirken simit getirirler zaten.


Kötü nedene dayanan bir fire vermeden otobüs yolcularımız tamamlandı. Hazırlıklarımız da bittiğinde yola koyulduk. Savaş kahramanları yorulmuş. Her biri koltuğunda sızdı kaldı. Yolculuk genelde kendimizi kaptan pilotumuza, pardon şöförümüze teslim etmiş vaziyette uyuklayarak geçti. Pilot diyorum çünkü diğer araç bir türlü bize yetişemiyor. En sonunda diğer araçtaki arkadaşımız Kadri bey “o araçta eşim ve kızım var, biraz yavaş gidin” diye telefonla kaygısını bize iletti. Evet Zühtü kaptan biraz hızlı gidiyordu ama biz tedirgin olmamıştık. Geliba esas Kadri bey kendisi için kaygılanmıştı, bize yetişmeye çalışan kendi kaptanlarının bir kaza yapmasından korkuyordu.

 Sabah erken saatte Bodrum’a indiğimizde benliğimi saran şey 10 saati savaş meydanında, 30 saati otobüste geçen mücadelenin kayıpları değil, tüm bu mücadelelerimizle devletimizi yıkmaya çalışanlara “burada onlara dur diyecek bir milletin var olduğunu” hissettirebilmiş olmak ve halen gaflet uykusunda olan diğer insanımızın biraz uyandırabilmek ümidiydi.

Coşkun YALÇINALP

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder