19 Mayıs
2013
ANKARA
19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal’in kurtuluş savaşını
başlatmak üzere İstanbul’dan Bandırma vapuru ile ayrılıp Samsun’da Anadolu’ya
çıktığı gün. Atamızın Türk istiklâlini,
Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmekle görevlendirdiği
gençliğe bayram olarak hediye ettiği gün. 84 Yıl sonra bu anlamlı günde toplandık.
Ankara’ya gidiyoruz. Milletimizin ayrıştırıldığı, vatanımızın bölünmekte olduğu
bu günlerde Atamızın kendilerine yüklediği görevin bilincinde olarak Ankara’da
toplanmakta olan Türkiye Gençlik Birliğinin yanında olmak üzere otobüse
doluştuk. Biyolojik doğum tarihine göre değil, Atatürk’ün izinde daima genç
olan ruhları ile hepimiz heyecan ve coşku ile yerlerimizi aldık. Aramızda ruhu
en genç olanımız, siz gitmeseniz de ben gidiyorum diyen Gülben ablamız.
Romatizma nedeni ile bükülmüş parmaklarına bakmadan ofis nöbetine ve diğer
parti görevlerine hazır olduğunu söyleyen 75 yaşındaki örnek kadın.
Kışın yoğun eylemleri nedeni ile yorulmuş ve maddi yönden
zayıflamış üyelerimizi fazla zorlayamadık gelin diye. Malum Bodrum tatil yeri,
buranın insanı yazın kazanıyor kışın bununla geçiniyor. Bahar geldiğinde maddi
yönden oldukça zayıflamış oluyorlar. Bu söylem sadece iş sahipleri için değil
aynı zamanda işçiler için de geçerli. Onlar da yazın turizme yönelik iş
yerlerinde çalışıyor kışın boşa çıkıp yazın kazandıkları ile geçiniyorlar.
Diğerleri ise emekli. Sonuçta partimiz genelde ya işçi ya da emekli yani maddi
durumları kısıtlı.
Otobüs 54 kişilik. Önce Bodrum’dan doldururuz dedik ama
oldukça azınlıkta kaldık. Bizde dolmuş misali yol üzerinde uğradığımız
yerlerden partili veya sempatizanları toplayarak yola koyulduk. Turgutreis,
İslamhaneleri, Bodrum, Torba, Güvercinlik, Milas, Yatağan, Bayır ve Muğla.
Dokuz yerden arkadaş toplamışız. Herkes tamam olduğunda otobüs de tamamen
dolmuştu. Sayı kesinleşince de hiç veremeyecek olanların parasını üstlenerek otobüs
ücretini paylaştık.
23 Nisan’da da Ankara’ya gittiğimizde yolumuzu kaybetmiş
bir türlü kurultayın yapılacağı salonu bulamamıştık. Bu sefer de otobüslerin
park etmeleri için belirlenen Cemal Gürsel bulvarını bir türlü bulamadık.
Ankara’yı tam turlayıp bir yerden içine daldık. Tabii ki yakıt gideri bize bildirilen
otobüs ücretine dâhil olduğundan buna şoförün canı pek sıkıldı, söylenip durdu.
Ne yapalım yolu bilmek ile biz değil o sorumlu! Üstelik sabah Ankara’ya girmeden
önce de yolu kaybetmiş Konya tarafına gitmiş. 1 saat kadar onun yüzünden biz de
zaman kaybettik.
Bizim gibi yurdun dört bir yanından gelenler oldukça
fazla. Otobüsleri park ettikten sonra yürüyerek Sıhhiye meydanına gittik. Meydan
büyük ama erkenden dolmaya başlamış. Bu arada Eskişehir yolunda polisin
araçları durdurup geçiş vermediği haberi geldi. Polis meydanın dolmasını pek
istemiyordu anlaşılan. Buna rağmen konuşmalar öncesi İstiklal marşı söylenirken
meydanın çok büyük bir kısmı dolmuştu bile. Gerçi kaç kişi olduğu konusunda pek
bilgim yok ama oldukça kalabalıktı. Bu arada CHP’nin bize alternatif olarak
Güven parkta yaptığı mitinginin pek zayıf kaldığı ancak 2000 kişi kadar insanın
toplandığı ve başkanları Kılıçtaroğlu’nun konuşmadan geri döndüğü haberi geldi.
Üzüldüm. Neden onlarda bizimle birlikte değildi. Hepimiz Atatürk’ün izindeydik
ve hepimiz ayrıştırılan milletimizin, bölünen vatanımızın tasası içerisinde
meydanlardaydık. Bu organizasyonu Vatan-Cumhuriyet-Emek birlikteliği adına düzenleyen
TGB mi küçümseniyordu yoksa iktidarın değirmenine su mu taşınıyordu bilemiyorum.
Hâlbuki CHP’nin arka bahçesi olarak gösterilen ADD, emekli subaylar, sendikalar
hepsi bizimle birlikteydi. Bir tek onlar yoktu aramızda. Bu davranışlar CHP
tabanını yönetimden uzaklaştırıyor ve maalesef yönetim bunun farkında bile değil.
Coşkulu kalabalıkla birlikte sıcak altında sloganlarımızı
attık, marşlarımızı söyledik, konuşmacıları dinledik ve heyecanın doruğuna
çıktık. Sonra Necatibey ve Gençlik caddeleri üzerinden Anıtkabir’e doğru yürüyüşe
geçtik. Gülben ablamızı sıcakta bu uzun yürüyüşe katılmaması için zor ikna
ettik. Çantasını almak üzere otobüse gönderdik. Dönüşü bizimle birlikte
yapmayacaktı. Ankara’da kalıyor.
Yol yaklaşık 6 km. Ancak yoğun kalabalık ve sıcakta
düzensiz yürüme, hem insanı yoruyor hem de yol bir türlü bitmiyor. 3 saate
yakın sürdü yürüyüş. Şehrin farklı yerlerinde yapılan törenlerden sonra Atamıza
Cumhuriyete bağlılık andı için gelen gençler ve halk Anıtkabir’i hınca hınç
doldurmuş. Kendimize dikilmek için bile zor yer bulduk. Anıtkabir’e daha önce
gelenler gölgelik bir yerde diğerlerini beklemeyi tercih ederken, hiç gelmemiş
olanlar veya Atamızı tekrar ziyaret etmek isteyenler hınca hınç kalabalığın
içerisinde mozoleye yöneldi.
Gece doğru dürüst uyuyamadığımızdan günün sıcağındaki toplantı
ve yürüyüş hepimizi oldukça yordu. Bir kısmımız bir an önce otobüse dönerek
dönüş yoluna geçmeyi arzularken, bir kısmımız biraz daha Anıtkabir’de kalmak
istiyordu. Bu arada kalabalıkta birbirimizi de kaybettik. Bunun üzerine telefon
iletişiminde yaşanan sorunlar toplanmamızı da oldukça geciktirdi. Buna birde
yeterli sorumluluk sahibi olmayan, diğerlerinin ne yaptığını düşünmeden onlardan
koparak kendi başına Anıtkabir'i gezmeyi tercih eden, dönüş yolculuğu için
market alışverişi yapan ve sonra da dönüşte yolunda kaybederek kendisini
bekleyen onca insanı hepten çıldırtan bir arkadaşımız da ilave edilince otobüsümüzün
hareketi 1 saat daha gecikti.
Dönüş yolu da olağan geçti sayılmaz. Otobüsün genç şoförü
aynı zamanda onun sahibi. Yanına yaşlı bir yardımcı almış ve yola öyle çıkmış.
Otobüs esasında Antakya bölgesinin aracı. Şoför yaz mevsimi iş var diye
Bodrum’a gelmiş. Bir otobüs firması ile anlaşmış ve aracı ile birlikte onun
emrinde çalışıyor. Firmada bize bu otobüsü tahsis etmiş. Şoför de, yardımcısı
da Bodrum Ankara hattının yabancısı. Buna bir de çok konuşan ve şoföre müdahale
eden yolcular eklenince hem yollar karıştı, hem de mola yerleri. Yine
yanlışlıkla Konya yoluna girildi, cumhuriyetçilerin mola yerlerine gidelim derken
dincilerin mola yerlerine girildi. Bir yandan vıdı vıdı söylenen
arkadaşlarımız, bir yandan müdahaleden ve gereksiz yakıt harcamadan
şikayetlenen şoför bir türlü susmadılar. Bu arada şoför de oldukça yorulmasına
rağmen direksiyonu bir türlü yardımcısına bırakmadığından gözümüze uyku da girmedi
tedirginlikten.
Şoför Reyhanlı. Daha 8 gün önce Türkiye tarihinin en
kanlı terör eylemi orada gerçekleşmiş. 2 ayrı yerde patlatılan bombalı
araçlarla düzenlenen bu saldırıda 51 kişi ölmüş, 146 kişi de yaralanmış. Ölen
ve yaralanalar arasında onun da akrabaları var. Ama sanki çok tasa ediyor gibi
değil. Belki de eğitim düzeyi nispeten düşük, kalabalık aile yapısına sahip
güneyin insanının genel yaklaşımıdır bu, bilemiyorum. Hükümetin siyaseten
Suriyeli göçmenleri yerleştirdiği yerlerden biri de Reyhanlı. Basının
belirttiği üzere 25000 Suriyeli varmış Reyhanlı’da. Ancak şoförün söylediğine
göre bu kişiler orada akrabaları olan kişilermiş. Hatay’ın bölünmüş, yarısı
Türkiye’de, yarısı Suriye’de yaşayan ailelerden oluştuğunu düşünecek olursak
pek de yanlış değildir.
Yolda arkadaşlarımızı aldığımız yerlerde bıraka bıraka
sonunda kazasız belasız geldik Bodrum’a. Herkes derinden bir oh çekti. Şoförün
acemiliği hepimizi tedirgin etmişti. Bir de bu genç delikanlı bana “Abiciğim
firma sahibine benim için güzel şeyler söyler misin, aramız biraz bozuk, bana
pek iş vermiyor, benim işe ihtiyacım var” diyince ne diyeceğimi şaşırdım.
Hoşnutsuzluğumuzu iletsem… zor bir coğrafyadan ekmek parası için buralara kadar
gelen bu genç adamı sıkıntıya sokacağım, iyi desem, alacağı başka müşterilerin yaşayacağı
sıkıntılarda benim de payım olmuş olacak, bende patrona “bize hizmet için çok
çırpındı” dedim. Yalan da değil çırpındı da… ama pek başarılı olamadı.
Coşkun YALÇINALP
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder